Dijital Hizmet Vergisi Hakkında ABD Ticaret Temsilciliğinin Soruşturma Raporuyla İlgili Sorulara Yanıtlar

Amerika Birleşik Devletleri’nin Ticaret Temsilciliği (Temsilcisi) adlı birimi Türkiye, Hindistan ve İtalya’nın dijital hizmet vergileri hakkında altı aydır bir soruşturma yürütmekteydi. 6 Ocak 2021’de bu soruşturmanın raporları yayımlandı, kamu ile paylaşıldı. (Bkz: https://ustr.gov/about-us/policy-offices/press-office/press-releases/2021/january/ustr-releases-findings-dst-investigations)

Geçtiğimiz günlerde bir medya kuruluşundan arandım. Konu ile ilgili görüşlerim soruldu. Elimden geldiğince kısa, öz yanıtlar vermeye çalıştım. (Esasen söylenmesi gereken daha pek çok şey var.) Yine de sorulara verdiğim yanıtlar pek muhtemelen bir haber için uzun kalacak, özetlenerek haberleştirilmeleri gerekecektir diye zannediyorum. (Gerçekten de ve doğal olarak öyle oldu. Söz konusu haber için bkz: https://sptnkne.ws/EVXF)

Bu vesileyle, konuya ilgi duyanlara faydası olması umuduyla sorulan sorulara vermiş olduğum yanıtları buradan paylaşmak istedim:

  • Ülkelerin kendi aralarındaki ticaretlerini ulusal anlamda bağlayıcı vergilendirme sistemi var mı? Ne zaman kuruldu? Bağlayıcılığı ve yaptırımları neler?

Bildiğiniz gibi uluslararası ticaretin pek çok boyutu mevcut. Vergilendirme bunlardan biri. Vergi koyma, alma gücü egemenliğin bir uzantısı olduğu için devletler egemen oldukları coğrafyalardaki her şeyden veya egemenliklerine tabi olan herkesten vergi alabiliyorlar. Bu durum özellikle birden fazla devletten gelir elde eden, örneğin uluslararası ölçekte ticaret yapan şirketlerin aynı gelir nedeniyle farklı devletlere birden fazla kez vergi ödemesine sebep olabiliyor; bu da hem çifte vergilendirmeye maruz kalan şirketlere hem de uluslararası ölçekte ekonominin gelişmesine ciddi zararlar verebiliyor.

İşte en başta çifte vergilendirme sorunu olmak üzere vergilendirmenin uluslararası sorunlarını çözmek için devletler kendi aralarında vergi anlaşmaları imzalayarak vergilendirme alanında egemenliklerini bir miktar sınırlamayı kabul ediyorlar. Dünyada üç binden fazla, Türkiye’nin ise imzalamış olduğu seksen beş tane uluslararası vergi anlaşması var. Bizimkiler de dahil olmak üzere, uluslararası vergi anlaşmalarının çoğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD’nin) veya Birleşmiş Milletlerin hazırlamış olduğu örnek (model) anlaşma metinlerine dayanıyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, önce Milletler Cemiyeti, ardından, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da özellikle OECD çatısı altında geliştirilen vergi anlaşması modelleri üzerinden bir uluslararası vergi sistemi oluşturulmuş ve yönetilmekte.

Mevcut uluslararası vergilendirme sistemi, esas olarak, uluslararası ticaretten elde edilen kazançların vergilendirilmesinde birincil, asli yetkiyi geliri elde eden müteşebbisin (tacirin, şirketin) yerleşik olduğu, ikamet ettiği ülkeye bırakıyor. Kendisinden gelir elde edilen ülke ise ancak yabancı tacir veya şirket ülkesine gelip bir işyeri açmış ve o işyerini kullanarak ülkede ticaret yapmışsa, sadece o işyeri ile ilişkilendirilebilen kazançlardan vergi alabiliyor. Bu sistem internet’in var olmadığı bir dünya için gayet tutarlı, görece sağlıklı işleyen bir sistem. Ancak, artık tacirlerin bir ülkeden diğerine gidip bir işyeri açmaksızın, doğrudan internet üzerinden ticaret yapması, büyük kazançlar elde etmesi mümkün olduğu için uzun zamandır, 1990’ların sonlarından beri giderek artan oranda yetersiz, işlevsiz kalmaktadır. Yaklaşık yüz yıl önce uluslararası çifte vergilendirme sorununu çözmek için kurgulanmış olan vergi anlaşmaları sistemi bugün tam aksi amaca hizmet edebilmekte; çok uluslu şirketlerin, özellikle de dijital ekonomide faaliyet gösteren şirketlerin hemen hiçbir ülkede hiç ya da kayda değer bir vergi ödemeden büyük karlara sahip olabilmelerini mümkün kılmaktadır.

  • Sanayi ve teknolojik gelişmelere göre neden bir yapılanmaya gitmedi vergi sistemleri?

Aslında devletler olan bitenin uzun süredir farkındalar. 1990’lı yılların ikinci yarısından başlayarak önce ABD ve büyük Avrupa devletleri, Hindistan, Avustralya gibi dünyanın doğusundaki bazı devletler bu konularla ilgili çalışmalar yürütmeye, raporlar yayımlamaya başlamışlardır. O dönemde, 2000 senesinde Hindistan’ın yayımladığı bir rapor diğerlerinden çok farklıydı. Pek çok devlet, hem dijital ekonominin toplam küresel ekonomi içindeki payının o zaman için küçük olması hem de küresel vergi pastasının paylaşımına ilişkin dengenin bozulmasından kendilerinin daha çok istifade etmelerinden olsa gerek, mevcut sistemin (o zamanki adıyla) elektronik ticaretten elde edilen gelirlerin de vergilendirilmesine uygun olduğunu, devletlerin tek taraflı yeni politikalara kalkışmamaları gerektiğini, OECD çatısı altında uluslararası diyalog içinde ilerlenmesi gerektiğini savunuyorlardı. Hindistan ise mevcut uluslararası kuralların e-ticaret karşısında işlevsizleştiğini, vergi tabanının erozyona uğramaya başladığını, uluslararası çözüm esas olmakla beraber bu sağlanıncaya kadar mevcut vergi kurallarına ek olarak e-ticaret için başka ülkelere yapılacak ödemelerde vergi stopajı yapılması gerektiğini savunmuştu. O dönem için çok cesur olan bu fikirler tepki ile karşılanmıştı.

Aradan geçen yirmi senenin ilk on yılında (aslında tamamında) OECD mevcut uluslararası vergi sistemini dijital ekonomiye de uydurmaya çalıştı. Sayısız rapor yazıldı, model anlaşmanın şerhinde önemli değişiklikler yapıldı. Diğer taraftan, 2010’lu yıllara geldiğimizde bu kez esasen Avrupa devletleri, başkaca şeylerin yanı sıra, dijital ekonomi nedeniyle de kendi vergi tabanlarının da erozyona uğramaya başladığını fark ettiler ve G20 ile OECD’yi bir araya getirip BEPS (base erosion, profit shifting) projesi adı altında kendi ülkelerinden başka ülkelere vergilendirilmeden akıp giden kazançların peşine düştüler. Bu amaçla, mevcut uluslararası vergi anlaşmalarını değiştiren, MLI (multilateral instrument) denen bir anlaşma da geliştirdiler. Diğer bir ifadeyle, dijital ekonominin gelişimin kendi vergi tabanlarına da zarar vermeye başladığını gördükçe devletlerin çözüm arayışları gelişmeye ve değişmeye başladı. (Aynı dönemde Türkiye, kurucu üyelerinden olduğu OECD ile birlikte BEPS projesi içinde yer aldı; BEPS projesi neticesinde oluşturulan on beş eylem planı Kasım 2015’te Antalya’da gerçekleştirilen G20 zirvesinde imzalandı.)

Son birkaç yıldır da uluslararası düzeyde ortak bir çözümün üretilebileceğine olan inanç azaldıkça devletler bireysel çözümlerini üretme çabası içine girdiler. Dijital hizmet ya da hizmetler vergisi adı altında çeşitli ülkelerde yürürlüğe sokulmaya başlanan yeni bir vergi türü de işte bu tek taraflı çözüm arayışının sonuçlarından biridir.

  • Biz devlet olarak bu e-ticaret ve internet şirketlerinin ülkemizdeki faaliyetlerinden doğan gelirlerinden vergi almak için herhangi bir vergilendirme çalışması yaptık mı?

Geçmiş yirmi yılın ilk yarısında Türkiye’nin küresel gelişmeleri izlemek dışında dijital ekonominin vergilendirilmesine, dijital ekonominin gelişimine bağlı olarak erozyona uğrayan vergi tabanını korumaya yönelik özel ve belirgin bir girişimini gözlemlemedim. Ancak, 2010’dan itibaren ekonomi, maliye ve ulaştırma ile ilgili bakanların, başbakanların ve cumhurbaşkanlarının bu konuyla ilgili beyanatlarda bulunmaya başladıklarını görebiliyoruz. Tabii o dönemdeki başka olaylarla ilgili olarak, örneğin Youtube ve Twitter’a erişimin engellenmesi ile ilgili olarak verilen bazı beyanatlarla bu gibi şirketlerin Türkiye’de vergi ödememelerine yönelik eleştiriler iç içe geçebiliyor, karışabiliyordu. Her halükarda Türkiye’nin esasen son on yıldır dijital ekonominin vergilendirilmesine yönelik çözüm arayışı içinde olduğunu düşünüyorum. Örneğin, 2016 yılında Vergi Usul Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yapılan değişikliklerle esas olarak internet üzerinden gerçekleştirilen işlemler ve bilgi işlem teknolojilerinin kullanıldığı alanlardaki iş ve işlemler bakımından yurt dışına yapılacak ödemelerden Bakanlar Kurulu (Cumhurbaşkanı) kararı ile vergi kesilmesi (stopaj) mümkün kılındı. (Sayın Cumhurbaşkanı Aralık 2018’de bu yetkisini kullandı; 476 sayılı CBK ile internet ortamında verilen reklam hizmetlerine ilişkin olarak, bu hizmeti verenlere veya internet ortamında reklam hizmeti verilmesine aracılık edenlere yapılan ödemeler gelir/kurumlar vergisi stopajı kapsamına alındı.) Son olarak da Aralık 2019’da “dijital hizmet vergisi” adı altında yeni bir vergiyi kabul ederek Türk vergi sistemine dahil ettik.

ABD Ticaret Temsilcisi’nin Türkiye, Hindistan ve İtalya’nın internet şirketlerinden vergi almasını “uluslararası kurallara aykırı” olarak nitelendirmesi ve yaptırım tehdidinde bulunması, uluslararası hukuk ve vergilendirme sistemine göre yasal mıdır?

Uluslararası vergi sistemini oluşturan anlaşmalar genellikle gelir üzerinden alınan vergilerle ilgilidir. Servet ya da harcamalardan alınan vergilere ilişkin anlaşmalar nadirdir. Türkiye’nin dijital hizmet vergisinin gelirden alınan bir vergi olduğu savunulduğu ölçüde, taraf olduğumuz uluslararası vergi anlaşmaları ile çeliştiği de söylenebilir. (Tabii iç hukukta kanunlarla anlaşmalardan sapılabilir. Bunun uluslararası hukukta ayrıca sonuçları olabilir.) Buna karşılık, bu verginin harcamalardan alınan bir vergi olduğu savunulursa, vergi anlaşmaları üzerinden yürütülecek bir tartışmadan kaçınılmış olur. Ancak aslında böyle bir teknik tartışma çok faydalı olmaz, zira buradaki mesela özünde hukuki değil, ekonomik ve dolayısıyla siyasi bir mesele. O nedenle doğru düzlemde değerlendirmek gerekir.

Dünya Bankası’na göre dijital ekonomi geleneksel ekonomiden iki buçuk kat daha hızlı gelişiyor ve son on beş yılda küresel ölçekteki gayri safi hasılanın yüzde on beşi bu ekonomiye aittir. Çok büyük bir vergi pastası var burada. İç hukuklar bu küresel ekonomik ve siyasi mücadelenin enstrümanlarıdır; uluslararası hukuk da çözüme ulaşıldığında çözümün meşruluk zemini olacak, pek muhtemelen.

ABD’nin uluslararası ticaret anlaşmalarını yapmak, bunlardan kaynaklanan sorunları çözmekle görevli kamu kurumu olan ABD Ticaret Temsilciliği, kendi Ticaret Kanunlarının 301. maddesi uyarınca Hindistan, İtalya ve Türkiye’nin dijital hizmet vergileri hakkında Haziran 2020’de başlattığı bir soruşturmanın nihai raporunu 6 Ocak’ta (2021) kamu ile paylaştı. Temsilcilik aynı kapsamda bir soruşturmayı önceki yıl Fransa hakkında yapmıştı. Halihazırda Avrupa Birliği, Avusturya, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Endonezya, İspanya ve İngiltere hakkında da dijital hizmetler veya benzeri vergilerle ilgili olarak soruşturmalar yürütmektedir. Zira son iki yıl içinde dijital hizmet vergisini yürürlüğe sokan devletlerin sayısı birer birer artmaktadır. Benim bildiğim on dört on beş ülke bu vergiyi yasalaştırmış veya yasalaştırma sürecinde olan. En son Aralık 2020’de Kenya bu vergiyi kabul etti.

Türkiye’nin dijital hizmetler vergisi Aralık 2019’da yasalaştı; Mart 2020’den beri yürürlükte. Bir önceki mali yılda dünya çapında 750 milyon Euro veya Türkiye’de 20 milyon TL’den fazla hasılat elde edenler, Türkiye’deki reklam, bilgisayar programı, video, müzik oyun gibi dijital hizmet sunumları nedeniyle elde ettikleri hasılat üzerinden yüzde yedi buçuk oranında vergi ödemekle yükümlüler artık.

ABD’nin bu vergi nedeniyle kendi yasalarına dayanarak açtığı soruşturmanın raporu az evvel de ifade ettiğim gibi 6 Ocak’ta yayımlandı. Rapor, Türk dijital hizmet vergisinin makul olmadığı, ayrımcı olduğu, ABD ticaretini sınırlandırdığı veya yükünü artırdığı; dolayısıyla ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulayabileceği sonucuna varmış.

Rapor bu verginin yapısının ve işleyişinin, keza vergiye konu hizmet türlerinin ABD’nin dijital şirketlerine karşı ayrımcı mahiyette olduğu iddiasında. Ayrıca rapor, verginin uluslararası vergi sisteminin ilkelerine uygun olmadığı, gelir yerine hasılatı vergilendirdiği, ülke dışına da uygulandığı ve verginin öngörülebilirliğinin olmadığı iddiasında. Bununla birlikte şu aşamada bir yaptırım öngörmemekte, ilerleyen süreçte bunun değerlendirileceğini bildirmekte. Raporda Türkiye’nin uluslararası çözüme dair görüşmeler sürerken bu vergiyi koymuş olmasının da eleştirildiği ifade edilmektedir.

Bu bakımdan son yılların gelişmelerini iyi okumalıyız. İlk olarak, 2018’de Avrupa Konseyi tüm AB ülkelerinde geçerli olacak bir geçici dijital hizmetler vergisi önermişti. Bu önerinin en güçlü savunucusu olan Fransa, AB düzeyinde bir düzenleme yapılamaması üzerine 2019 yılında kendi dijital hizmet vergisini yürürlüğe soktu, bu vergi aynı zamanda GAFA vergisi olarak da bilinir. Bunun üzerine ABD Ticaret Temsilciliği Fransa hakkında soruşturma açtı ve Aralık 2019’da soruşturma sonuçlarını yayımladı. Temsilcilik, Fransız dijital hizmet vergisinin makul olmadığı, ayrımcı olduğu, Amerikan ticaretini engellediği sonucuna vararak Fransa’dan ABD’ye ihraç edilen yaklaşık 1,3 milyar Dolar değerindeki çeşitli mallardan yüzde 25 oranında ek gümrük vergisi alınmasını öngörüyordu. (Biz dijital hizmet vergimizi tam da bu gelişmenin hemen ardından yasalaştırdık. Oysa bu koşullarda biraz daha beklememiz daha doğru olabilirdi. Daha az göze batardı.) Ancak Ocak 2020’de Fransa’da gerçekleşen G7 zirvesinde ABD Başkanı Trump ile Fransa Devlet Başkanı Macron bir araya geldiler ve OECD çatısı altında 2020 yılı sonuna kadar uluslararası bir çözüm üretme konusunda anlaştılar; ABD yaptırımlarını 6 Ocak 2021’e erteledi, Fransa da dijital hizmet vergisi tahsilatını yıl sonuna kadar erteledi. 2020 sonunda ise birkaç gelişme yaşandı. İlki, OECD gerçekten de 2020’de çok çalıştı; Sütun 1 ve Sütun 2 olarak adlandırılan iki rapor yayımladı, ancak devletleri uzlaştıran bir çözümü kesinleştiremedi. Buna karşılık Kasım 2020’de Başkan Trump seçimi kaybetti. Yeni başkanın bundan sonrasına ilişkin nasıl bir yaklaşım sergileyeceğini bilmiyoruz. ABD Ticaret Temsilciliği 6 Ocak’tan itibaren Fransa’ya karşı uygulanması gereken yaptırımları askıya aldı. Fransa dijital hizmet vergisini tahsil etmeye başlayacak mı, ilerleyen günlerde göreceğiz. Ve ne tesadüftür ki en yeni dijital hizmet vergisini yasalaştıran ülke olan Kenya da ABD ile serbest ticaret anlaşması müzakeresi yürütmektedir… Tüm bu gelişmeleri izlediğimizde, bizim ve diğer devletlerin çıkarmakta oldukları dijital hizmet vergilerinin ve buna karşılık ABD’nin devreye soktuğu yaptırım aracının aslında küresel vergi pastasının nasıl paylaşılacağına ilişkin içinde olunan sıcak müzakere sürecinin enstrümanları olduğunu görüyoruz.

  • Bu şirketlere ülkemizde büro açtırmamızın sebebi kazançlarından vergi alabilmek için mi?

Bence dijital ekonominin büyük oyuncularının ülkemizde temsilcilik, büro açmalarını istememizin özünde egemenlikle ilgili. Yasalarımızın uygulanması bakımından söz konusu şirketlerin ülke içinde bir varlığının olmasının şüphesiz ki bir miktar işlevi olacaktır. Başta da ifade ettiğim gibi egemenliğin pek çok boyutu var. Vergi bunlardan sadece biri. Mevcut uluslararası vergi sistemi içinde kaynak devletler, yabancı şirket kendi ülkelerinde bir işyeri açmadıkça o şirketin kazançları üzerinden vergi alamayacaklarını söylemiştim. Meseleye sadece bu açıdan bakılırsa, dijital hizmetler sunan şirketler Türkiye’de ofis açtıklarında, o ofis işyeri mahiyetinde olabileceğinden onlardan vergi almanın mümkün olacağı düşünülebilir. Ancak bu eksik ve hatalı bir düşünce olur. Zira mevcut sistem sadece işyerine bağlanabilecek kazançları vergilendirme yetkisi veriyor kaynak devletine. O bakımdan, Google, Facebook gibi şirketler Türkiye’de ofis açsalar bile eğer bize sundukları hizmetleri örneğin İrlanda’dan doğru sunmaya devam ederlerse bu şekilde Türkiye’den elde edecekleri kazançlardan vergi (kurumlar vergisi) almamız mümkün olamayacak. Mevcut uluslararası vergi sisteminin değişmesi bu bakımdan çok önemli. Dijital hizmet vergisi bu noktada önemli bir araç. ABD’nin buna tepki göstermesi de kendi menfaatleri açısından çok doğal.

  • Devlet olarak bu işten zarara uğramadan çıkmamız için bir öneriniz var mı?

Tüm devletler gibi devletimiz de son yirmi yılda dijital ekonominin gelişiminden hem istifade etti hem de tüm gelişmekte olan devler gibi mevcut vergi sisteminin dijital ekonominin vergilendirilmesindeki işlevsizliği nedeniyle oldukça zarar etti. Mevcut sistem değiştirilemez veya dönüştürülemezse öngörülebilir gelecekte de zararımız artarak devam edecek. Kurucu üyelerinden biri olduğumuz OECD çatısı altında yirmi yılda kanaatimce bir arpa boyu mesafe kat edilemedi. İlerleyen dönemde de OECD’nin çözüm üretilebileceğine dair ciddi şüphelerim var. Yine de küresel diyaloga açık ve yapıcı bir yaklaşım içinde olmalıyız. Mevcut durumdan bizim gibi zarar gören ülke sayısının çokluğu dikkate alındığında, Avrupa ülkelerinin dahi artık bu tarafta yer aldığı değerlendirildiğinde DHV gibi enstrümanlar gündeme getirilerek, yavaş yavaş devreye sokularak, bazen vergi oranları değiştirilerek, gerektiğinde uygulamalar askıya alınarak uluslararası çözüm teşvik edilebilir. Hiçbir şey yapmadığımız her gün aleyhimize işliyor ne de olsa.